Philosophy

Ahlak Felsefesi (Etik)
Ahlâk felsefesi, insan eylemlerini ve bu eylemlerin dayandığı ilkeleri konu alan felsefe dalıdır. Buna göre ahlâk felsefesi, ahlâk alanında hakim olan ilkeleri, “iyi” ve “kötü” nün ne olduğunu, ahlâklılığın ne anlama geldiğini ele alır. Ahlâklılığın ne olduğu üzerinde durur; özünü ve temellerini araştırır. İnsanın davranışlarında özgür olup olmadığını sorgular. Hangi eylemlerin ahlâklı olabileceğini irdeler. Bunlar için bir takım ölçütler koyar. Kısacası ahlâk felsefesi, ahlâk hayatı üzerinde sistemli bir biçimde düşünme ve soruşturmadır.
Her bilgi dalının kendine özgü kavramları ve özel terimleri vardır. Ahlâk felsefesinin de “iyi”, “kötü”, “özgürlük”, “erdem”, “sorumluluk”, “vicdan”, “ahlâk yasası”, “ahlâki karar”, “ahlâki eylem” olarak belirlenen kavramları vardır. Şimdi bu kavramların neyi anlattığını kısaca belirtelim.
1. Ahlak Felsefesinin Temel Kavramları
İyi: Ahlâk açısından yapılması uygun olan, iradenin yapılmasına özgürce karar verdiği eylemlerdir.
Kötü: Ahlâk yasası açısından yapılması uygun olmayan eylemlerdir.
Özgürlük: İradeyi kullanarak istediğini yapabilme halidir.
Erdem: İradenin cesaret, cömertlik, bilgelik gibi iyiyi yapmaya yönelmesidir.
Sorumluluk: İnsanın bilerek ve iradeli olarak yaptığı bir işin, bir davranışın sonuçlarını kabullenmesidir.
Vicdan: İyi ile kötüyü birbirinden ayırabilme gücüdür. (Bireyin, kendi tutum ve eylemlerini değerlendirme yetisi.)
Ahlâk yasası: Uyulması ahlâk açısından gerekli ve geçerli olan kurallardır. Bu kurallar kişinin ne yapması, ne yapmaması, davranışlarının nasıl olması gerektiğini gösterirler.
Ahlâki karar: Kişinin, ahlâk yasalarına kendi hür iradesi ile uymasıdır. Bu uyma dışardan herhangi bir zorlama ile değil, bireyin kendi isteğiyle olmalıdır.
Ahlâki eylem: Ahlâk kurallarına uygun ve iradeli olarak bir şeyi yapmaktır.
2. Ahlâk Felsefesinin Temel Soruları
a. Ahlaki eylemin bir amacı var mıdır?
Bu soruya filozoflar farklı cevaplar vermişlerdir.
Ahlâkın amacını mutluluk - haz olarak açıklayan filozoflardan Epiküros’a göre mutluluk; yaşamdan “haz” alabilmektir. Haz, en yüksek iyidir.
Ancak bu haz duyusal bir haz olmayıp, bedenin acılardan uzak olması, ruhun huzura kavuşmasıdır.
“Fayda”yı ileri süren filozoflara göre mutluluk, insanın tutkularına engel olması, toplumun çıkarının kişisel çıkarlardan üstün tutulmasıdır.
Kant’a göre ise ahlâki eylemin amacı mutluluk değil “ödev” olmalıdır. Ödev, iyiyi istemedir. Bunun gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi önemli değildir.
b. İnsan ahlâki eylemde bulunurken özgür müdür?
Bazı filozoflar bu soruya birbirine karşıt iki cevap vermişlerdir. Bu cevaplar determinizm ve indeterminizm olarak iki grupta incelenebilmektedir. Otodeterminizm bu iki görüşü uzlaştıran üçüncü bir görüş olarak ortaya çıkmıştır.
İnsanın eylemlerinde özgür olduğunu ya da olmadığını savunanlar kendilerine göre psikolojik, sosyal, ahlâki ve hukuki kanıtlar ileri sürmektedirler.
Eylemlerin özgür olduğunu (indeterminizm) savunan filozoflar, kişinin kararlarında tamamen özgür olduğunu ileri sürerler ve özgürlük için sınır tanımazlar.
Eylemlerin özgür olmadığını (determinizm) savunanlar ise herşeyin önceden belirlenmiş olduğuna, insanın önceden belirlenmiş olanları hiçbir şekilde değiştiremeyeceğine inanırlar.
Bunlara göre insan, rüzgarın önündeki yaprak gibidir. İrade içten ve dıştan gelen etkenler tarafından belirlenir. İnsan karar alırken içinde bulunduğu koşulların etkisindedir. Bu koşullar serbest karar vermeyi önler.
Ahlaki eylemlerin özgürlüğü konusunda bir başka yaklaşım, otodeterminizm (ahlaksal özerklik)tir. Bu yaklaşım, kişinin kendi ahlaki değerlerini oluşturabilme ve bu değerlere uyabilme özgürlüğünü varsayar. Burada kişinin bilinçli tercihleri öne çıkar. Bir bakıma determinizm ile indeterminizmi uzlaştırır.
c. İnsan Neye Karşı Ahlaklıdır?
Bu soruya bağlı olarak dört tür ahlaktan söz edilebilir:
·         Dine karşı ahlak: Dinin belirlediği kurallara uymak esastır. Kutsallara saygılı olmak gibi.
·         Doğaya karşı ahlak: İnsanın doğaya tepkilerinde kendini gösterir. Doğal varlıkları korumak gibi.
·         Bireysel ahlak: Bireylerin kendi öz güvenine karşı bakışında söz konusudur. Kimsenin haberi olmadığı halde çektiği kopya için, “kendimden utanıyorum” diyen birinin bu ifadesi, kendine karşı ahlaki durumunu ifade etmektedir.
·         Toplumsal ahlak: İnsanın diğer insanlarla ilişkilerinde ortaya çıkar. Başkalarının iyi niyetini kötüye kullanmada olduğu gibi.
d. Ahlakın Kaynağı nedir?
Bu konuda farklı görüşler vardır.
·         Ahlakın, dünyanın bir parçası olduğunu söyleyenler vardır.
·         Ahlakın doğa üstü bir varlıktan, örneğin dinden kaynaklandığını ileri sürenler vardır.
·         Ahlakı, insan zihninin bir ürünü sayanlar vardır.
e. Ahlak Yargısını Diğer Yargı Türlerinden Ayıran Özellikler Nelerdir?
·         Ahlak yargıları, yapılması istenen bir eylemi bildirirler. Bunlar yaşama yönelik, olması gerekeni belirten yargılardır.
·         Ahlak yargıları değer içerdiğinden özneldir. “İyi” ve “kötü” gibi değerler ortaya koyarlar.
·         Ahlak yargıları değişkendir. Zamana ve mekana göre değişir. Herkes için değişmez yasalar ortaya koymaz.
·         Ahlak yargıları normatif (kural koyucu)dir. Yapılması ya da yapılmaması gerekeni belirtir. “Yalan söylemek kötüdür” gibi.
f. Evrensel Bir Ahlâk Yasası Var Mıdır?
Bu soru ahlak felsefesinin temel problem alanını ortaya koymaktadır ve kişi vicdanı karşısında evrensel bir ahlak yasasının olup olmadığını irdeler. Bu problem alanında iki farklı yaklaşım vardır: Evrensel ahlak yasasının varlığını reddedenler; evrensel ahlak yasasının varlığını kabul edenler.
fa. Evrensel Ahlâk Yasası Yoktur Diyenler
Ahlaki eylem herşeyden önce kişinin iradesi ve vicdanı ile ilgilidir. Bu nedenle bireysel ve özneldir. Hedonizm, Faydacılık, Egoizm, Anarşizm gibi yaklaşımlar daha çok bireyi temele aldıklarından evrensel bir ahlâk yasasının olmadığını savunurlar.
Haz Ahlakı
Ahlaki eylemin değeri, eylemin sonucunda oluşan hazdan gelmektedir. Haz duygusu farklı derecelerde ve kişiye bağlı olduğundan, evrensel ahlak yasasını reddeder. Temsilcileri Aristippos ve Epiküros’dur.
Aristippos için haz sağlayan şey iyidir, acı veren şey de kötüdür.
Epiküros’a göre de hazlar, tüm insanların amaçladığı, yönelmek durumunda oldukları hedeftir.
Fayda Ahlakı
Bireye fayda sağlayan şeyler iyi, fayda sağlamayan şeyler kötüdür. Bu anlayış ahlaki eylemin sonucuna değer vermekte, ahlaki eylemin değerini onun vereceği sonuca bağlamaktadır. Faydayı ve başarıyı iyinin ölçütü sayan bu anlayışa göre de evrensel ahlak yasası yoktur.
Bencillik (Egoizm)
Bencillik, kişinin kendi benine ve çıkarlarına düşkünlük göstermesidir. Etik anlamda bencillik, kişinin tüm eylemlerinin ben sevgisiyle belirlendiğini, ahlaklılığın da kendini koruma güdüsünün dışa vurmasından başka bir şey olmadığını ileri sürer. Bu nedenle evrensel ahlak yasasının varlığını tanımaz.
Bu anlayışın önde gelen temsilcisi Hobbes’tur. Ona göre insanı yönlendiren ve harekete geçiren iki önemli güdü; “ben sevgisi” ve “kendini koruma”dır. Hobbes, yaşamda her şeyden önemli ve değerli şey, olarak kişinin kendi başarısı ve mutluluğunu görür.
Anarşizm
Hukuk gibi ahlak da, insan özgürlüğünü kısıtlayan kurallardır. Bunlar olmadan insan kendini daha iyi gerçekleştirebilir, daha iyi yaşar. Önemli olan tek şey bireyin hak ve özgürlükleridir. Temsilcileri Proudhon ve Stirner’dir.
Proudhon, insanların doğal durumlarının yapma kurumlarla zorlanmaması gerektiğini savunur. Baskıcı kurumların kaldırılmasının insanı mutlu edeceğini söyler.
Stirner, bireyin kendisi dışında hiçbir şeye ve hiçbir kimseye karşı sorumluluk altında olmadığını savunur. “İyinin de, kötünün de benim için hiç bir anlamı yoktur” der. Ona göre insan eylemlerini haklı çıkaran şey, yalnızca kendi beninin gücüdür.
Nihilizm
Var olan görüşlere, değerlere, düzene karşı hiçbir ilke tanımayan yaklaşımdır. Temsilcisi Nietzsche’dir. Nietzsche, köle ahlakı olarak nitelediği geleneksel ahlak anlayışına karşı çıkarak, ahlak dışı bir öğreti kurmaya çalışmıştır. Ona göre yaşamın temel nedeni güçlü olma isteğidir. Mutluluk hazda değil, güçlü olmadadır.
Öz Ahlakı
Sartre’ın temsilciliğini yaptığı bu anlayışa göre, evrende kendi varlığını yaratan tek varlık insandır. İnsan değerlerini kendisi yaratır, yolunu kendisi seçer. Sartre’a göre genel bir ahlak yoktur; dünyada insana yol gösterecek bir işaret yoktur. İnsan özgürlüğe mahkumdur. Herkes kendi özünü kendi belirlemek zorundadır. İnsan karar verirken tek başınadır, tüm sorumluluklar onun omuzundadır.
fb. Evrensel Ahlâk Yasası Vardır Diyenler
Bazı düşünürlere göre ahlaki yasalar, nesnel olarak insanın dışında, ondan bağımsız biçimde vardır ve kendini bireye kabul ettirir. Ahlâk yasasının varlığını kabul eden filozoflara göre bu yasayı subjektif ve objektif özellikler belirlemektedir.
Subjektif özellikleri savunan filozoflara göre, insanların ahlâki eylemlerinde kendilerine yol gösteren bir ahlâk yasası vardır. Ancak bu yasa Tanrı’dan ya da bir takım objektif değerlerden kaynaklanmaz. İnsandan bağımsız olmayan yasa, varlığını insanın öznel yaşamından alır ve karşısına, davranışlarını belirleyen bir buyruk biçiminde çıkar. “Dürüst ol”, “İnsanları sev” gibi.
Bergson: Ona göre doğru bilginin ölçütü sezgidir. İnsan neyin iyi neyin kötü olacağını ancak sezgi ile kavrayabilir. İnsan, içinden gelen sezgiye uyarak hareket ederse (yoksula yardım edip etmeme gibi) iyi olanı, ahlaki olanı yapmış olur.
Bentham ve Mill, görüşlerine esas olan faydayı bütün insanlık için, yani evrensel mutluluk olarak algılamışlardır. Herkes için iyi olanı yapmak, insanı mutluluğa götürür. İşte bu noktada haz, bireysel olmaktan çıkıp evrensel bir yasaya dönüşür.
Mill: İyi ve kötünün ölçütü faydadır. İyinin ölçütü olan mutluluk, yalnızca eylemde bulunanın değil, ilgili herkesin mutluluğudur. Mill, çok sayıda insana en yüksek mutluluğu verebilmek ilkesini benimser. Böylece evrensel ahlak yasasının varlığını kabul eden Mill, bunu mutluluk gibi öznel bir ilkeye dayandırmış olmaktadır.
Bentham: Yaşamda değerli olan şeyin haz olduğu görüşündedir. Ona göre en yüce haz, olabildiğince çok sayıda insana en yüksek düzeyde fayda sağlayan hazdır. Bu anlayışa göre insan yalnızca kendi hazzını ya da mutluluğunu değil, birlikte yaşadığı diğer insanların da yararını ve mutluluğunu düşünmelidir. O halde tek başına insan için değil, herkes için faydalı olan, yasa olarak kabul edilmelidir.
Evrensel ahlak yasasını objektif özelliklerin belirlediğini savunan filozoflar, evrensel bir ahlâk yasasının varlığını kabul ederler. Ancak onlara göre bu yasa varlığını insandan, onun öznel yaşamından almamaktadır. Bu yasanın kaynağı insanın dışındadır ve o kendisini insana zorla kabul ettirir. Yani bu yasanın insandan bağımsız objektif bir temeli vardır.
Sokrates: Ona göre tüm insanlara yol gösterecek objektif bir ahlak yasası vardır. İnsanın eylemlerini belirleyen bir takım temel normlar ve değerler vardır. Bu değerlerin kaynağı insanda değildir.
İnsanın nasıl eylemde bulunacağına, bu değerler ışığında akıl karar vermelidir.
Platon: Bir eylemin iyi ya da kötü olmasını, “İyi ideası”na uygun olup olmamasına bağlıyor. İnsanın en yüksek amacı, İyi ideası’na ulaşmaktır.
Aristoteles: Aristoteles’e göre insan, mutluluğa ulaşmak için aşırı uçlardan kaçınmalı,
orta yolu seçmelidir. Gözü kara ile korkaklık arasında orta yol olan cesareti, müsriflik ile cimrilik arasında orta yol olan cömertliği seçmelidir.
Spinoza: Spinoza’da evrensel ahlak yasasını belirleyen en önemli öğe, insanın kendisinin de bir parçası olduğu doğa düzenidir. İnsan doğa yasasına uymalıdır. Onun yasasına uyan iyi, uymayan kötüdür. Ahlaki hayat aklın tutkulara karşı savaşıdır. Amacı da insanı özgür olma durumuna yükseltmektir. İnsanı tutkularından kurtaracak ve aklın öngördüğü yaşam biçimine ulaştıracak olan bilgidir. Bu bilgiyle donanmış olan kişi her şeyin Tanrı’nın özünden zorunlu olarak türemiş olduğunu anlar. İnsanın bundan sonra uyacağı ahlak yasası, bilgisini edindiği evrenin (Tanrı’nın) yasasıdır. Spinoza’da evren ve Tanrı birdir. (Panteist anlayış) Böylece ahlak yasası, insanın dışında objektif bir temele oturmuş olur.
Kant: Ona göre bir eylem, “ödev” duygusundan dolayı gerçekleştirilmişse, ahlakidir.
Kant’a göre bir eylemin gerisindeki ilke, eylemin kendisinden ve sonucundan daha önemlidir. Ödeve uygun davranmak, sağduyu sahibi herkes için yükümlülüktür. Ödevle aklın sesi dile getirilir. “Öyle davran ki, eylemine ölçü aldığın ilke, tüm insanlar için genel bir yasa haline gelebilsin” ilkesi onun evrensel ahlak anlayışını ortaya koymaktadır.
İnsanlar, ahlak yasalarını tüm insanlar için geçerli olabilecek şekilde koydukları için evrensel vardır.



VARLIK FELSEFESİ

Varlığı konu olarak ele alan felsefe, genel bir varlık kavramı üzerinde durur. Varlık, evrende varolan herşeyin ortak adıdır. Buna göre varlık, insan bilincinin dışında ondan bağımsız olabileceği gibi, zihne bağımlı olarak da bulunabilir. Örneğin, ağaç, kalem, ev gibi nesneler insan zihninden bağımsız olarak varolan gerçek varlıklardır. Bu tür (gerçek) varlıklar zamana ve mekana bağlı olarak değişir, gelişir ve yok olabilirler.
Sayılar, geometrik şekiller, p (pi) sayısı gibi insan bilincinde ve ona bağımlı olarak varolan düşünsel (ideal) varlıklar da vardır. Bu varlıklar zaman ve mekan dışı olup, zihnimizde olduğunu kabul ettiğimiz varlıklardır.
Felsefe, düşünsel ve ideal varlığı biraraya getirip genel bir varlık kavramı üzerinde dururken,
“Varlık nedir?”,
“Varlık var mıdır?”,
“Varlığın ilk maddesi nedir?”
gibi sorular sorar. Felsefe, varlıkla ilgili çeşitli soruları problem olarak ayrı ayrı inceleyip tartışma konusu yapar.
Varlık, felsefenin konusu olduğu gibi bilimin de konusunu oluşturur.
Ancak felsefe ile bilimin varlığı algılayışları ve yaklaşımları arasında farklılık vardır. Felsefe açısından varlık, bir yönüyle değil, genel olarak ele alınır. Varlığın var olup olmadığı sorgulanır. Felsefede varlık, akıl yoluyla, saf düşünce etkinliğiyle yorumlanır.
Buna karşılık bilime göre varlık; her durumda var olarak kabul edilir. (Felsefedeki gibi var olup olmadığı sorgulanmaz.)
Ayrıca her bilim, varlığın bir yönünü konu alır. Biyoloji canlı varlığı, psikoloji insanın psişik yönünü, coğrafya yerküreyi konu edinir.
1. Metafizik Açısından Varlık
İlk sebeplerin ve nesnelerin ilkelerinin bilgisidir. Bu yüzden o, bilimin ele almadığı kimi konuları inceleyen, onları açıklamaya çalışan bir bilgi dalıdır.
Tanrı ve Tanrı’nın varlığının kanıtlanması, dünyanın varlığı, ruh ve ruhun ölümsüzlüğü metafiziktir.
Metafiziğin bu konularına hiçbir zaman tartışmasız kabul edilen açıklamalar getirilememiştir. Metafizik, varlığın özel alanlarını konu alan tek tek bilimler gibi kesin bir bilgi olamaz. Ama insan genel olarak bu konular üzerine soru sorma yeteneğini kaybetmediği ve bilimlerin çalışma alanlarında yeni sorular oluştuğu sürece metafizik, bir tür bilme etkinliği olarak varlığını ve önemini koruyacaktır.
Kant, “İnsan aklı, bilgisinin belli bir türünde özel bir kaderle karşı karşıyadır. İnsan aklı bu bilgisinde öyle sorular tarafından rahatsız edilmektedir ki, akıl onları ne yadsıyabiliyor, ne de yanıtlayabiliyor” demektedir. İşte bu alan, metafiziktir.
2. Ontoloji Açısından Varlık
Varlığı ele alan, irdeleyen bilgi dalı ontoloji, varlığı iki temel problem açısından ele alır:
– Varlığın var olup olmadığı sorunu
– Varlık varsa, bunun ne olduğu sorunu
“Varlık var mıdır?” sorusuna verilen birbirine karşıt yanıt vardır.
Nihilizm: Bilginin mümkün olduğu görüşünü reddeden, kendisinden şüphe edilemeyen hiçbir şeyin olmadığını öne süren ve maddi gerçekliğin varlığını yadsıyan bir öğretidir. Bunun nedeni “varlığın varolup olmadığını bilmenin imkânsız görülmesinde yatar. “Varlık var mıdır?” sorusunu olumsuz karşılar ve “yoktur” diye cevaplar.
Bu yaklaşımı, Gorgias, “Hiçbirşey yoktur, olsa bile bilinemez, bilinse bile başkasına aktarılamaz” sözüyle vurgulamıştır.
Realizm: Varlığı, var olarak kabul eder. İnsan bilincinden bağımsız olarak varlığın mevcut olduğunu iddia eder.
Realizme göre, biz varlığı ya doğrudan duyularımızla algılarız ve algıladığımız evren bizim kavradığımız gibidir; ya da zihnin imkânları aracılığıyla onun varlığını biliriz. Ancak, varlığın varolduğu kabul edildikten sonra, zihne kaçınılmaz olarak “Varlığın ne türden bir varlık olduğu” sorusu belirir. Filozoflar bu soruya farklı şekillerde cevap vermişlerdir.
3. Varlığın Ne Olduğu Problemi
a. Varlığı “Oluş” Olarak Kabul Edenler
Varlıkta sürekli bir değişme ve oluşun gerçekleştiğini savunan yaklaşımdır. Bu anlayış, varlığın statik bir açıdan ele alınamayacağını, onun bir değişme ve oluş süreci olarak görülmesi gerektiğini savunur. O halde evren mekanik bir varlık değil, canlı bir oluştur.
Her şeyin oluş (değişme) halinde olduğunu savunan Herakleitos, bu düşüncesini “Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” sözüyle dile getirmiştir. Oluşun başlangıcı ve sonu yoktur. Hayat da, bu sürekli varoluş ve yok oluşun ard arda gelişinden ibarettir.
b. Varlığı “idea” Olarak Kabul Edenler
Varlığın idea (düşünce)dan oluştuğunu savunan, varolan herşeyi düşünceye bağlayan, insan düşüncesinden bağımsız bir nesneler dünyasının ya da bir gerçekliğin varlığını yadsıyan yaklaşımdır.
İdealistler, maddenin gerçek olmadığını, gerçeğin zihnimizde yer alan ide’lerden oluştuğunu savunurlar. Örneğin güzellik idesi, güzel diye algılanan bütün varlıklardan daha gerçektir. Bunun gibi, ağaç idesi de şu ağaçtan daha fazla bir şey ifade eder. Çünkü ikinciler varlıklarını birincilerden almışlardır. Güzel diye algılanan bir çiçek yok olur, unutulur ama çiçek fikrinin kendisi yok olmaz.
Platon: Platon’a göre gerçek varlıklar idealardır. Duyusal dünyadaki varlıklar idealardan pay almak suretiyle var olurlar ve bunlar ideaların, yalnızca görünüşleridir.
Aristoteles: Aristoteles, idea olarak belirttiği formu varlığın içinde görmüştür. İdealar tek tek nesnelerin özüdür. Madde, bu form sayesinde biçim kazanır ve gerçek olur. Örneğin bir heykelin ideası, sanatçının ona verdiği form, yani biçimdir.
Hegel: Asıl ve gerçek varlık, insan zihninden bağımsız olarak var olan Mutlak akıl (Geist)dır. Bu Mutlak akıl, evrensel ve manevi bir varlıktır. Bu görüşün idealist olarak değerlendirilmesinin nedeni, Hegel’in varlığı temelde tinsel bir töz olarak belirlemesidir.
c. Varlığı “Madde” Olarak Kabul Edenler
Varlığı madde olarak ele alan görüşe materyalizm denir.
Materyalizm, evrendeki tek cevherin madde olduğunu, maddenin düşünceden bağımsız olarak varolduğunu ve bütün varlıkların maddeden türediğini ileri sürer.
Bilinç, ruh gibi tinsel varlık da dahil, bütün varlığı madde olarak anlar ve maddenin dışında başka bir varlık olduğunu kabul etmez. Düşünme, hayal gibi olayları da maddenin kuvvet ve hareketleriyle açıklar.
Demokritos: Var olan her şeyi sonsuz sayıda atoma ayırmıştır. Her şey atomların birbirlerine çarpması sonucunda, mekanik bir zorunlulukla oluşur. Atomlar belli bir sıra ile birleşerek veya ayrılarak varlıkları oluşturur.
Hobbes: Gerçekte var olanın, cisim veya madde olduğuna inanır. Ona göre dünya mekanik hareket kanunları tarafından yönetilen cisimlerin bütünüdür. Bütün gerçeklikler yalnızca maddi olarak düşünülebilir.
Marks: Evrendeki hareket ve değişme maddeden başka bir şey değildir. Ona göre madde biçim değiştirir. Tüm değişmelerin temelinde karşıtlık ve çatışma vardır. Düşünce, maddeden sonra gelen ve ona bağlı olan varlıktır.
d. Varlığı Hem “Düşünce” Hem “Madde” Kabul Edenler
Varlığın düşünce ve madde gibi iki cevherden meydana geldiğini savunan anlayışa dualist anlayış denir. Dualizm, varlıkta daima iki prensibin varlığını kabul eder.
Descartes: Varlıkta iki töz vardır: Biri “ruh”, öteki de “madde”. Ruh, düşünen, madde ise yer kaplayan bir tözdür. Bunlar arasında hiçbir birleşme noktası yoktur; yalnızca insanda bir araya gelirler.
e. Varlığı “Fenomen” Olarak Kabul Edenler
İnsan zihninden tam anlamıyla bağımsız olmayan bir varlık alanı vardır; insan bu varlık alanını bilebilir. İnsanın bilinci tarafından belirlenen bu varlığa “fenomen” denilmektedir. Fenomen, insana göründüğü şekliyle varlıktır. Fenomene, Husserl’in “özü görme” denilen yöntemiyle ulaşılabilir.
Husserl: Var olanın yalnızca fenomenler olduğunu söyler. Bu fenomenin insan bilinci tarafından bilinebileceğini savunur. İnsan onların özünün bilgisini edinebilir.
Ona göre varlığın bilinçten bağımsız bir var olma durumu yoktur; varlıklar bilinci

BİLGİ FELSEFESİ


KONUSU: Bilgi felsefesinin konusu bilginin kendisidir. Bilginin ne olduğu, nasıl elde edildiği üzerine değerlendirmeler yapar.
BİLGİ KURAMI (EPİSTEMOLOJİ)
Bilgi kuramı ile bilginin kaynağı, değeri, doğruluğu, sınırı problemleri ele alınır, değerlendirmeler yapılır.
Bilgi Kuramının Temel Kavramları:
Bilginin ne olduğu, bilginin hangi kaynaklardan nasıl kazanıldığı, bilginin değerlendirilmesinde doğruluk ölçütlerinin ne olduğu, bilginin oluşumunda süje-obje ilişkisi, süjenin bilgi oluşturmadaki etkinlikleri, bilginin objesine uygun olup olmadığı üzerine ilgilenmeler bilgi kuramının temel kavramlarını oluşturur.
Bilgi Kuramının Temel Soruları:
Felsefede bilgi düşüncenin konusu olduğundan beri, onun üzerine problematik mahiyette birçok sorular üretilmiş ve bu sorulara çağlar boyu birbirinden farklı yaklaşımlar oluşmuştur.
Bilgi üzerine genelde iki bölümde sorular olmuştur.
Bilginin değeri üzerine soruları:
* Bütün bilgilerimiz doğru mudur?
* Doğru bilginin ölçütü nedir?
* Bilgilerimiz kesin midir?
* Bilgilerimiz genel geçer midir?
* Süje objesini doğru olarak algılayabilir mi?
Bilginin kaynağı üzerine sorular:
- Bilginin kaynağı nedir?
- Bilgi nasıl elde edilir?
- Bilginin elde edilmesinde hangi faktörlerin payı vardır?
BİLGİ FELSEFESİ ve MANTIK İLİŞKİSİ
Mantık doğru düşünmenin bilimidir. İnsan aklının düzenli kullanılmasının, doğru bilgi elde etmenin kurallarını ve yollarını belirtir. Mantığın ilkeleri yanlış düşünmeyi, yanlış akıl yürütmeleri önler.
Mantık, bilgi veren önermeleri ve çıkarımları incelemesi bakımından bilgi felsefesiyle ilişkilidir.
Bilgi kuramı, bilginin kaynağı ve değeri, bilginin sınırları gibi problemleri ele alırken, bunları mantıksal bir tutarlılık (akla uygunluk) içinde sistemleştiir. Bu nedenle bilgi kuramı ve mantık birbirinin tamamlayıcısıdır.
BİLGİ KURAMININ TEMEL PROBLEMİ
Bilgi kuramının temel problemi "Doğru bilginin imkanı problemidir.
Burada iki temel soru ortaya çıkmıştır:
1. Doğru bilgiye ulaşılabilir mi?
2. Doğru bilgiye ulaşılabilirse, bu bilginin kaynağı nedir?
Felsefe tarihinde "doğru bilginin imkanı" problemi üzerine iki farklı görüş ortaya çıkmıştır.
1.Görüş: Doğru bilginin imkansızlığı (Doğru bilgi olamaz)
2.Görüş: Doğru bilginin imkanlılığı (Doğru bilgi elde edilebilir)
1. Doğru bilginin imkansızlığı:
Doğru bilginin olamayacağını, her şeye şüphe ile bakmak gerektiğini savunan filozoflara "septik" (şüpheci), bu düşünce akımına da "septisizm" (şüphecilik) denir.
Septisizm bir felsefe görüşü olarak ortaya çıkmadan önce bu görüşe zemin hazırlayan filozoflar olmuştur. Bu ilkçağ filozofları Parmenides, Elealı Zenon ve Demokritos'dur.
Parmenides duyum bilgisinin insanı yanılttığını ve güvenilir olmadığını belirtmiştir.
Parmenides'in öğrencisi Elealı Zenon'a göre çokluk ve hareket yoktur. Bu durumlar birer yanılgıdır. Zenon bu iddiasını iki örnekle kanıtlamaya çalışmıştır. (Ünlü kahraman Aşil ile bir kaplumbağanın Yarışı ve yayla fırlatılan bir okun hareket etmiyor olması)
Demokritos da şüpheciliğin hazırlayıcısı bir filozofdur. Demokritos varlığın özünü atomların oluşturduğunu, bu çok küçük parçacıkların duyumlanmasının mümkün olamıyacağını, dolayısıyla duyumun yanıltıcı ve yetersiz olduğunu öne sürmüştür.
Doğru bilginin olamayacağını öne süren ikinci grup filozoflar ise "Sofist"lerdir. Sofistler (M.Ö. 450 dolaylarında) Atina'da yaşamış, güzel konuşma sanatını öğreten kişilerdir. İlk demokrasinin yaşandığı Atinada söz söyleme sanatı büyük değer kazanmıştı. İşte, Sofistler bu işi öğreten filozoflardır.
Sofistler bilginin değeri konusunda "Gerçek bilgi yoktur" tezini savunmuşlardır. Herşe herkese göre değişmektedir. Algı bilgisi kişiye görelik taşır. Oysa gerçek tek olmalı ve herkes gerçeğin üstünde birleebilmelidir. Bir şey birden çok gerçekliğe dönüşürse, o gerçek olamaz.
Ünlü sofist filozoflar Protagoras ve Gorgias'dır.
Sofistler şüpheci anlayışlarını bir felsefe sistemine dönüştürememişler, yöntemsiz sistemsiz olarak şüpheciliği işlemişlerdir.
Sofistlerden etkilenerek şüpheciliği sistemli bir felsefe görüşü haline getiren filozoflar Pyron ve Timon olmuştur. Diğer önemli septik filozoflar Arkesilaos, Karneades, Sektus Empirikus'dur.
Bütün bu septik filozoflar doğru bilginin, güvenilir gerçeğin olamıyacağını, bilgi üzerine yargıda bulunulamıyacağını, bilginin kişiden kişiye göre değiştiğinden göreceli olduğunu kanıtlamaya çalışmışlardır.
2. Doğru bilginin İmkanı:
Doğru bilginin olamıyacağını, savunan septisizme karşı, ilkçağdan başlamak üzere karşı çıkan akım "Dogmatizm" olmuştur.
Dogmatizm, insan bilgisinin gerçeğe ulaşabileceğini, aklın mutlak bir değeri olduğunu, bilgi ve varlık bakımından gerçeğe ulaşılabileceğini savunan felsefe görüşüdür.
Doğru bilginin imkanı konusunda olumlu cevap veren felsefe akımları şunlardır.
- Rasyonalizm (Akılcılık)
- Empirizm (Deneycilik)
- Kritisizm (Eleştiricilik)
- Entüisvonizm (Sezgicilik)
- Pozitivim (Olguculuk)
- Analitik Felsefe (Çözümleyicilik9
- Pragmatizm (Uygulayıcılık)
- Fenomenoloji (Öz Felsefesi)
RASYONALİZİM (AKILCILIK):
"Doğru ve genel geçer bilgi elde edilebilir. Böyle bir bilginin kaynağı akıldır, düşünmedir." tezini savunun görüşe akılcılık (rasyonalizm) adı verilir. Bu görüşe göre akıl yoluyla belirlenmiş zorunlu, kesin, genel geçer bilgi örneği matematik ve mantıktır.
Rasyonalist anlayışın temsilcisi düşünürler şunlardır:
SOKRATES (M.Ö. 469-399):
İlk rasyonalist düşünürdür. Sahip olduğu görüşlere ilişkin hiçbir yazılı eser bırakmamıştır. Onun görüşleri öğrencisi olan Platon'un kitaplarından öğrenilmiştir.
Sokrates'e göre bilgilerimiz doğuştandır. Bunu kanıtlamak için hiç matematik bilgisi olmayan bir köleye, yönelttiği sorularla bir geometri öğretemez, ancak, onda doğuştan bulunan bilgi ve düşüncelerini uyandırabilir. Onun bu yöntemine diyalektik (soru-cevap) sanatı denir. Bu yöntem üç aşamadan oluşur: Soru sorma - İroni (alay etme) - Mayotik (doğurtma)
Sokrates bu yöntemle kavrama ulaşmayı amaçlar. Kavram ile yargılara sağlam bir temel bulacağına inanmıştır.
Sokratesin üzerinde durduğu başlıca konu ahlâk olmuştur. Erdemli olmanın (ahlaklılık) mutlu olmaya vardıracağını, bu nedenle erdemin bilgi olduğunu dile getirmiştir.
PLATON (Eflatun M.Ö. 427-347):
Sokrates'in öğrencisidir. Rasyonalist anlayışı daha sistematik bir yapıya dönüştürmüştür.
Platon'a göre iki evren vardır. Biri duyumlanabilen varlık evreni, diğeri akıl ve düşünme yoluyla kavranabilen İDEA'lar evrenidir. Asıl gerçeklik idealar evrenidir. Duyular yoluyla kavranabilen evren idealar evreninin bir görüntüsü, kopyasıdır. İnsan gerçek bilgiye idealar evrenini kavrayarak, yani düşünerek varabilir. Duyumlanan evrenin bilgisi yanıltıcıdır ve görelidir.
Bu düşünceleriyle Platon rasyonalizmi idealizmle özdeşleştirmiştir.
ARİSTOTELES (M.Ö. 384-322):
Platon'un idealizmini eleştirerek rasyonalizmi realist bir anlayışa dönüştürmüştür.
Aristoteles aynı zamanda mantığın kurucusudur. Ona göre mantık doğruya vardıran bir araçtır. O, mantıklı düşünmeyi tümdengelim olarak değerlendirir. Gerçek bilgi, tümel gerçekliklerden tümdengelim yoluyla elde edilebilirler. Aklın genel gerçekliklerden yola çıkarak buradan tikel ve özel bilgiler elde etmesi aklın temel fonksiyonudur ve türevidir.
Aristotelese göre iki türlü bilgi vardır. Biri deneye, yani yaşarken duyum ve algılarla kazanılan bilgiler, diğeri ise bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi kavram, yargı ve akıl yürütmeye bağlıdır. Bilimsel bilgi tek tek var olanlarda kalan bilgi olmayıp, genel ve tümel olanı kavramaya yönelik rasyonel bilgidir.
Aristoteles için akıl da etkin ve edilgen akıl olarak iki yönlü özellik gösterir. Etkin akıl ideaları kavrar, bilir ve bütün insanlar da ortaktır. Edilgen akıl ise duyu verilerini işler, tümel kavramları oluşturur. Bu akıl bulunduğu bireyin özelliğini taşır.
FARABİ (870-950):
Farabi, İslam felsefesinin kurucusudur. Aristotelesin felsefesini benimsemiştir. Kuran ile Aristoteles felsefesini uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu nedenle Farabi'ye ikinci öğretmen (muallim-i sani) denmiştir.
Farabi'ye göre en gerçek, en yüce varlık Tanrıdır. Tanrı, var olmasını bir başka şeye borçlu olmayan, varlığını kendinden alan bir özelliğe sahiptir. Diğer varlıklar ise kendi başlarına var olamaz. Farabi'ye göre Tanrı hem öz hem de varoluştur.
Yaratılanlar, Tanrı'ya en yakın varlıklar olan "akıllar" halinde Tanrı'dan çıkarak, var olurlar. Bu var oluş bir sıra düzenine göre olur. Tanrı'dan çıkan "akıl"lar arasında en önemlisi hep etkin akıldır. Bu akıl mutlak bilgi ile aynıdır. İlk bilgiler bu etkin akıldan çıkmıştır.
Duyumlara ve mantıksal çıkarımlara dayalı bilgilerin doğruluğundan emin olunamaz. Doğrulukları deneyle kanıtlanmış bilgiler tümel bilgilerdir. Bu bilgiler,doğruluğu aynı zamanda akla dayalı olan gerçek bilgilerdir.
DESCARTES (1596-1650):
Yeni çağda rasyonalizmin temsilcisi Fransız filozofudur. Matematikçidir. Matematikte "Analitik Geometri"nin kurucusudur.
Descartes'e göre matematiğin metodunda analiz ve sentez vardır. Bu yol gerçeği elde etmede kullanılacak en doğru yoldur. Descartes, insan zihninde doğuştan var olduğunu kabul ettiği "lik gerçeklerden başlanarak ve matematiğin metodu kullanılarak apaçık bilgilere varılabileceğini iddia etmiştir.
Descartes, doğrulara, gerçek bilgilere varmada "şüphe" metodunu kullanmıştır. Kullandığı şüphe bir amaç değil bir araç şüphesidir.
Descartes'e göre şüphe etmek düşünmektir. Şüphe eden kişi düşünüyor demektir. Şüphe eden kişi, şüphe eden benliğinden, yani bilincinden ve bilincinin varlığından şüphe edemez. İşte bu Descartes'e göre ilk elde edilen gerçekliktir. Daha sonra bu yöntemle Tanrı'nın ve varlıkların şüphe edilemeyecek gerçeklikler olduğunu kanıtlar. Kanıtlamalarını hep akıl yoluyla yapar.
LEİBNİZ (1646-1716):
Leibniz bir Alman düşünürüdür. Aynı zamanda bir mantıkçı ve matematikçidir. Ona göre insan bilgisi iki yolla elde edilir. Duyularla ve akıl yoluyla elde edilen bilgiler. Duyu bilgisi yanıltıcı ve güvenilir olmayan bilgidir. Matematik bilgisi buna örnektir.
Leibniz'e göre herşey Tanrıdan türemiştir. Tanrı sonsuzdur. İnsan aklı Tanrı bilgisine "çelişmezlik" ilkesi ile varır. Bu tür bilgiler ezeli ve ebedi hakikatleridir. Bunun yanında olgulara dayalı bilgiler de vardır. Bu bilgiler "yeter sebep" ilkesine dayanırlar.
Bu görüşleriyle Leibniz rasyonalizm ile empirizmi uzlaştırmaya çalışmıştır.
HEGEL 1770-1831):
Hegel'e göre akıl değişmez, mutlak, en güvenilir bilgi kaynağıdır. Akıl, insan düşünmesini ve bilinçsiz doğayı idare eden bir kanundur. Düşünmek, araştırılan ve bilgisi elde edilmek istenen "nesnenin özünü bilmek" etkinliğidir. Her nesnede görüntüsünün ardında bir de öz "geist) vardır. Düşünmek, nesnenin ardındaki bu özü kavramaktır.
Hegel'e göre akla uygun olan gerçektir. Akıl, mutlak varlığın ve doğadaki değişmenin bilgisini apaçık olarak vermektedir.
EMPİRİZM (DENEYCİLİK)
Doğru ve genel geçer bilginin duyumlar yoluyla oluşan deneylerle kazanılabileceğini öne süren felsefe görüşüdür. Empirist anlayışa göre insan zihninde doğuştan getirilen hiçbir bilgi yoktur. İnsan zihni bu nedenle boş bir levha gibidir.
Empirist görüş 17. ve 18. yüzyıllarda sistemli bir düşünce olarak felsefe tarihinde yerini almıştır.
Empirizmi geliştirerek sistemli bir felsefe görüşü haline getiren önemli düşünürler John Locke, Davit Hume, Condillac, Herbert Spencer'dir.
 
JOHN LOCKE (1632-1704)
İnsan zihninde bulunan bütün düşüncelerin kaynağı deneydir. İnsan zihninde doğuştan olan hiçbir düşünce ve düşünce prensibi yoktur. bu nedenle zihin başlangıçta boş bir levha gibidir (Tabula Rasa). Yaşam içinde gözlemler ve deneylerle kazanılan bilgiler zihni doldurur.
Loçke'a göre deney iki aşamada gerçekleşir.
Dış deney (duyumlama): Duyu organları yoluyla edinilen izlenimler.
İç deney (düşünme): Duyu verilerinin işlenerek yargılar biçiminde bilgiye dönüşmesi.
 
DAVİD HUME (1711-1776)
İnsan zihninde önce duyumlama yoluyla oluşan "izlenimler" vardır. İzlenimlerden de düşünceler oluşur. İzlenimler duyumlarla oluştuğu için canlı ve dinamik tasarımlardır. Düşünceler ise izlenimlere dayanır. İzlenimler severken, nefret ederken algılanan canlı duyumlardır. Düşünceler ise bu canlı duyumların canlılığını kaybetmiş kopyalarıdır.
D.Hume nedensellik ilkesini kabul etmez. Ona göre doğadaki hiçbir olayda nedensellik ilişkisi yoktur. Olaylar kendi başına oluşur. Hiçbir şeyin başka bir şeyle ilişkisi olamaz. Biz olayları ard arda gördüğümüz için onlar arasında nedensellik olduğunu, birinin neden diğerinin ise sonuç, olduğunu belirtmekteyiz.
D.Hume'un bu yorumu "nedensellik ilkesi" üzerine bir kuşkunun doğmasına yol açmıştır. Eleştirici felsefenin kurucusu olan Alman düşünürü İmmanuel Kant, D.Hume'un bu görüşünden etkilenerek "Hume, beni dogmatik uykumdan uyandırdı" demiştir.
E. CONDİLLAC (1715-1780)
Empirist anlayışı duyumculuğa (sensualizm) indirgemiştir. Locke'un bilgi anlayışındaki dış deneyi bilgilerin tek ve mutlak kaynağı yapmıştır. Yani bütün insan düşüncesini duyumla temellendirmiştir.
(Görüşlerini mermer bir heykel örneği ile açıklamıştır.)
HERBERT SPENCER (1820-1903)
Deneyci anlayışı evrimcilikle birleştirmiştir. Spencer'e göre insan tüm yaşamı boyunca yaptığı deneylerle kazandığı deneyimleri, kalıtım yoluyla kazandıklarıyla birleştirerek gelecek nesillere aktarır.
Spencer empirizmi, türlerin yapmış olduğu deneyler toplamı olarak yorumlamıştır.
 
ELEŞTİRİCİ DÜŞÜNÜŞ (KRİTİSİZM)
Bu görüşü geliştiren ve sistemleştiren Alman düşünür İmmanuel Kant olmuştur. (1724-1804)
Bilgi konusunda Kant'ın görüşleri şöyledir:
İnsan bilgisi deneyle başlar, ama deneyden doğmaz. Duyular yoluyla sahip olunan duyum yani deney bilgisi bilginin yalnızca hammaddesidir. Bu malzemenin bilgiye dönüşebilmesi için, insan zihninde doğuştan var olan akıl kalıplarından geçirilmesi gereklidir. Akıl kalıpları aklın kategorileridir. Duyum yoluyla kazanılan bilgi malzemesi zihnin bu kategorik kalıplarına girerek (bu kalıplar Kant'a göre 12 tanedir), 12 yargıya dönüşür.
İnsanın dış dünyayı duyumlaması, yine doğuştan insanda var olan zaman ve mekan denilen duyum malzemeleri ile gerçekleşir. Kant'a göre hem aklın kategorik kalıpları hem de duyumun oluşmasını sağlayan zaman ve mekan kategorileri deneyden gelmeyen, yani sonradan kazanılmayan, doğuştan tüm insanlarda var olan apriori formlardır.
Bilgiyi oluşturan zihnin apriori kategorik yapısı bütün insanlarda aynıdır. Bu nedenle insan bilgisi göreli (relatif) bir özellik taşır. Ancak bu görelilik objektif özellik taşır. Çünkü, bütün zihin yapıları aynı olduğuna göre, bu bilgi tüm insan zihinlerine göre oluşmaktadır.
ANALİTİK FELSEFE (ÇÖZÜMLEYİCİLİK)
Bu felsefe görüşü Wittgenstein'a (1889-1951) aittir. Bu düşünürse göre bilgiye çözümlemeler yoluyla varılabilir. Her dilin mantıksal bir yapısı vardır. Bu mantıksal yapıyı çözümlemek felsefenin görevi olmalıdır. Dilin önermeleri olguları belirtmektedir. Dil olguların taşıyıcılığını yapar. Dilin çözümlenmesi olguların bilgisini, gerçeğin bilgisini kazandırır.
Bu görüşün temsilcileri modern (sembolik) mantığın kurucularıdır.
POZİTİVİZM (OLGUCU GÖRÜŞ)
Pozitivist felsefe görüşünün kurucusu Fransız filozof Auguste Comte'dur. (1798-1857)
Comte felsefeyi metafizik yapısından kurtarmak istemiştir. 19. yüzyılda bilimlerin, özellikle pozitif doğa bilimlerinin gelişmesi felsefeyi de etkilemiştir. A.Comte felsefeyi de pozitifleştirmek istemiştir.
Pozitif felsefe görüşünde bilgi duyularımızın bize kazandırdığı olayların, görünenlerin (fenomen) bilgisidir. Bu bilgi değişmeyen, mutlak olan bir öz bilgisi olamaz. Olaylarınve bunların ard ardalığı ve benzerliğinin bilgisidir.
A.Comte'a göre yaşanan çağ bilim çağıdır. İnsan düşüncesi bu çağa üç aşamadan geçerek gelmiştir. Comte, bu gelişimi şöyle açıklar:
1. Dönem: Teolojik Düşünce Dönemi: Dinsel düşünce dönemidir. Herşey kutsal fikrine göre yorumlanmıştır. Fetişimzm (putçuluk), (Politeizm (çok tanrıcılık), Monoteizm (tektanrıcılık) dönemleri yaşanmıştır.
2. Dönem:Metafizik Düşünme Dönemi: Bu dönemde nesnel gerçekliğin özünde gizli güçler aranmıştır.
3. Dönem: Pozitif Düşünme Dönemi: Bu dönem bilim anlayışının oluştuğu dönemdir. Doğanın kendine göre yasaları vardır. Bilgi bu yasalara göre oluşur ve bilgi ancak olayların bilgisidir. Böyle bir anlayışın oluştuğu dönemde felsefe de bilimler gibi pozitif olmak zorundadır.
ENTÜİSYONİZM (SEZGİCİ GÖRÜŞ)
Bu düşünüşün en önde gelen temsilcisi Fransız düşünür Henri Bergson'dur (1859-1941)
Bergson'un sezgici felsefe görüşü şöyle özetlenebilir.
Yaşam, sürekli değişim gösteren bir süreçtir. Zaman da yaşamla birlikte değişim gösterir. Yaşamın bu değişimi yaratıcı bir atılımdır. Yaratıcı atılım (Hayat hamlesi), bütün canlı varlıklardaki iç kuvvettir. Bu kuvvet, yaratıcılık özelliğiyle sürekli yeni türler ve yeni cinsler meydana getirir. Yaratıcı atılım her canlıya sıçramalı hayat veren tanrısal güçtür. Tanrı bitip tükenmeyen bir hayattır, sonsuz eylem ve özgürlüktür.
Zeka, sürekli yaşam değişimini kavrayamaz. Zeka, duruk ve eylemsiz maddeyi kavrayıp bilebilir. Hayat atılımını, yani değişimi ancak sezgi kavradığı madde bilgisinden ve pozitif bilimlerin sağladığı bilgiden farklı bir bilgidir. İnsan böyle bir bilgiye varlığın iç gelişimini, iç dinamiğini kavrayabilir.
Bergson'un sezgici görüşü orta çağda İslam düşünürü Gazali tarafından da benzer biçimde dile getirilmiştir. Gazali'ye göre insan "Kalp Gözü" ile her şeyi bilebilir. Bu ise ancak içsel temizlenme ve arınmayla mümkün olabilir.
 
PRAGMATİZM (YARARCI-UYGULAYICI GÖRÜŞ)
Bu görüş Amerikalı düşünür ve psikolog Villiam James (1842-1910) tarafından geliştirilmiştir. James'e göre bilimlerin sağladığı bilgiler gerçektir ve insana önceden görmeyi, doğaya egemen olmayı sağlar. Ancak, bilgiler mutlak, ezeli ve ebedi olamazlar. Çünkü, insan değişkendir. Hayat ve olaylar da değişkendir. Bu nedenle insanların ihtiyaçları da değişir. Buna göre gerçekler değişken olmalıdır. Öyleyse, insana yarar sağlayan, işe yarayan gerçektir. Gerçek olmanın ölçüsü bu anlayıştır.
Pragmatizme göre her düşünce, her gerçek olan yaşayışımıza uygun olduğu, fayda sağladığı sürece doğru kabul edilmektedir. Bu düşünce, gerçekliği faydacı, yararcı anlayışla özdeşleştirmiştir.
 
FENOMENOLOJİ (ÖZ FELSEFESİ)
Alman düşünürü Edmund Husserl (1859-1938) tarafından geliştirilen bir görüştür. Husserl'in görüşleri şöyledir:
Fenomen, insanın dışındaki incelenen, gözlenen her türlü algısal varlıklar ve olaylardır. Fenomen bilgisi varlığın dışına ait olan bilgiler verir. Oysa fenomenlerin içerikleri, özleri bilinememektedir. Aslında bilgi bunlara inmelidir. Örneğin, insan fenomeninin iç oluşumu bilinmemektedir. Nesnelerin bilgisine ancak özlerden varılabilir. Öyleyse süje (bilinç) nesnenin özüne yönelmelidir. İnsan öncelikle kendini kavramalıdır. İnsan kendi benini kavrarsa, kendi beninde başkasının benini ve kavrayıp anlayabilir. Bu durumda dünya başkalarıyla birlikte vardır. İnsan bilinci kendine dönüşle tüm fenomenlerin özünü içinde duyarak ortak yaşam bilinci oluşur. 
 mizin bilgi nesneleri olarak vardırlar. Yani bizim zihnimizin olanakları çerçevesinde var olurlar.


Hiç yorum yok: